Öğrenci: Multidisipliner bir sanatçı olmanın edebiyat dünyasında nasıl bir yeri var?
Yazar: Ben kendi açımdan bu soruya şöyle bir yanıt vermek isterim: Üniversite eğitimim mühendislik üzerine. Yaratıcılık ise, bana göre, birbiriyle ilgisiz gibi görünen şeyleri özgün bir şekilde bir araya getirebilme becerisidir. Başkalarının kullandığı yolları tekrarlamak yerine, kendinize has bir yol çizmenizdir.
Bu bakış açısıyla düşündüğümde, “Mühendislikle edebiyatı nasıl bir araya getirebilirim?” sorusu ortaya çıktı. Çizim ve yazı zaten benim için iç içe geçmiş alanlar. Ayrıca mühendislik de çizimle oldukça ilişkili bir disiplin. Leonardo da Vinci örneğini düşünelim; hem ressam hem mühendis. Mühendislik, çizim ve matematikle doğrudan bağlantılı bir alan.
Edebiyatla mühendisliğin kesiştiği noktada ise kendime şu soruyu sordum: “Ben neden bildiğim konuları çocuklara anlatmıyorum?” Bu sorudan yola çıkarak yazdığım kitaplarda teknoloji ve bilimle ilgili pek çok bilgi yer alıyor. Sanırım bu alanda üretmek tam olarak benim meselem; çünkü bu alan beni hem besliyor hem de mutlu ediyor.
Mizah da bu üretim sürecinde önemli bir yer tutuyor. Mizah, bence bir tür hayatta kalma ve sorunlarla başa çıkma yoludur. Çocukluğumdan beri farkında olmadan kendime böyle bir savunma mekanizması geliştirmişim. Bugün geriye dönüp baktığımda, ürettiğim işlerde hep mizahi bir yaklaşım olduğunu görüyorum. Örneğin, kötü bir olay yaşamışız diyelim; ama ben onu bir çizgi hikayeye dönüştürürken abartıp mizahi bir hale getirmişim.
Sonuç olarak, benim yaratıcı dünyam bu şekilde şekilleniyor. Tüm bu bilgileri ve deneyimleri harmanladığımda “Çılgın Deneyler Kulübü” ve “Yeryüzü Takımı” gibi kitaplar ortaya çıkıyor. Farklı disiplinlerde yer almak bence çok kıymetli; çünkü çeşitlilik yaratıyor ve sizi farklılaştırıyor.
Öğrenci: Bir hikayeyi sadece yazıyla mı yoksa illüstrasyonla mı anlatmayı daha zor buluyorsunuz?
Yazar: Bu bence tamamen hikâyeye bağlı. Bazı hikâyeler kelimelerle daha derin, daha katmanlı bir şekilde anlatılabiliyor. Ama bazı durumlarda da tek bir illüstrasyon, sayfalarca metnin anlatamayacağı kadar güçlü bir duygu taşıyabiliyor. O yüzden yazı mı zor, görsel mi zor diye ayırmak çok kolay değil.
Yine de illüstrasyonla anlatmanın kendine özgü zorlukları olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bazen tek bir kareyle hem atmosferi hem duyguyu hem de olayın özünü vermeniz gerekiyor. Yazıda ise bunu zamana yayarak, katman katman inşa edebiliyorsunuz.
Özellikle çocuk kitaplarında görselin etkisi çok büyük. Çocuklar bazen metinde yazan bir sahneye kayıtsız kalabiliyor ama aynı sahneyi çizdiğinizde yoğun bir tepki verebiliyorlar. O yüzden görsel anlatım çok daha doğrudan, ama bu doğrudanlık da ayrı bir sorumluluk getiriyor.
Kısacası, ikisinin de kendine göre zorlukları var ama beni en çok heyecanlandıran şey, bu iki anlatım dilini bir araya getirebilmek.
Öğrenci: Dijital ve geleneksel çizim teknikleri hakkında ne düşünüyorsunuz, hangisini tercih ediyorsunuz?
Yazar: Şöyle söyleyeyim, iki yöntemin de kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Ben geleneksel bir eğitim aldım; karakalemle başlayıp boyama tekniklerine, resmin temel öğelerine kadar uzanan bir süreçti bu. Bu yüzden temel desen bilgisinin önemine çok inanıyorum. Özellikle öğrenme aşamasında kâğıt ve kalem, insana çok daha fazla özgürlük alanı tanıyor.
Çünkü aslında dijital sistemler, gelenekselin bir taklidi gibi. Belki biraz teknik olacak ama şöyle bir örnek vereyim: Elinize bir kâğıt, boya ve fırça aldığınızda, o anda ne çıkacağını tam olarak kestiremezsiniz. Kullanılan kâğıdın dokusu, boyanın pigmenti, fırçayı tutuşunuz, vuruş şiddetiniz, ortamın nemi, sıcaklığı… hepsi sonucu etkiler. Tüm bu değişkenler sayesinde ortaya sonsuz sayıda olasılık çıkabilir. Ama dijitalde, seçtiğiniz fırçanın sabit bir dokusu ve deseni vardır. Yani bir anlamda o rastlantısallık kaybolur.
Bu yüzden yaratıcılığı geliştirmek açısından ben geleneksel yöntemleri çok daha kıymetli buluyorum. Hiç ummadığınız nesneleri bile materyal olarak kullanabilirsiniz; mesela bir plastik çiçeği boyayıp harika desenler çıkarabilirsiniz. Dijitalde ise daha önceden tanımlanmış formlar üzerinden ilerlersiniz. Evet, onları özelleştirmek mümkün ama bu da zaman ve teknik bilgi ister.
Tabii dijitalin de çok büyük avantajları var. Özellikle profesyonel işler için oldukça pratik: Çalışmalar üzerinde kolayca değişiklik yapabiliyorsunuz, farklı boyutlara uyarlayabiliyorsunuz, matbaa süreci daha sorunsuz ilerliyor. Ayrıca dijital araçlar da her geçen gün gelişiyor, geleneksel malzemelere daha çok yaklaşıyorlar.
Ama ben kişisel olarak dokunmayı seven biriyim. Sonuçta biz sadece gözümüzle değil, tüm duyularımızla algılıyoruz. Dijitalde hep bir şey eksikmiş gibi geliyor; sanki araya bir filtre girmiş gibi. Oysa kâğıda, kaleme, boyaya dokunmak, koklamak… onları karıştırmak, sağa sola bulaştırmak… bu süreci çok seviyorum. Hatta bazen kendimi öyle kaptırıyorum ki, bir bakıyorum her tarafım boyanmış! Ama işte tam da orada başlıyor sanat; o sürecin içinde kaybolduğunuzda, eğlendiğinizde, gerçekten bir şey ürettiğinizi hissediyorsunuz.
Bu nedenle ticari işlerimde pratikliği nedeniyle dijitali tercih ediyorum ama evde, kendim için bir şey üreteceksem yüzde doksan dokuz geleneksel yöntemlerle çalışmayı seçiyorum.
Öğrenci: Karakter tasarımlarınızı yaparken yazdıklarınızdan mı yola çıkıyorsunuz yoksa tam tersi mi?
Yazar: Karakter, bir hikâyenin belki de en temel taşı. Bazen karakterler bize hikâyeyi anlatıyor, bazen de bir fikir geliyor ve o fikir kendi karakterlerini peşinden sürüklüyor. Ben ikisini de yaşadım diyebilirim.
Mesela “Çılgın Deneyler Kulübü” serisi oğlum ve arkadaşlarından ilham alarak ortaya çıktı. Evde sürekli deney yapan, her şeyi söküp takan bir çocuk vardı elimde — ben de “Dur bakalım, bundan bir hikâye çıkar” dedim! Yani bu örnekte önce karakterler vardı, sonra onların etrafında hikâye örüldü.
Ama “Yeryüzü Takımı” tamamen farklı bir şekilde doğdu. Burada önce “Çevre sorunlarını çocuklara nasıl anlatabiliriz?” sorusunu sorduk kendimize. Ardından “Bunu mitolojik bir kurguya yaslasak nasıl olur?” fikri geldi. Bu sefer hikâye zaten kendi içinde bir yapı kurdu ve biz de onun içine en doğru karakterleri yerleştirmeye çalıştık. Yani bu kez karakterler, hikâyenin içinde ortaya çıktı.
Kısacası bazen çocuklar gerçek hayattan fırlayıp kucağınıza düşüyor, bazen de hayalinizdeki dünya “Hadi bakalım, bana uygun karakterleri bul” diyor. Benim için ikisi de ayrı bir heyecan.
Öğrenci: Görselle anlatımı güçlü hikayeler oluştururken en çok nelere dikkat ediyorsunuz?
Yazar: Bir şeyi görsel olarak anlatmak benim için daha kolay gelir. Özellikle eşzamanlı karmaşık olayları ki benim aklımdan da hep öyle kurgular geçer. Ancak bunu metne dönüştürürken mümkün olduğunca basit, sade ve anlaşılır olmasını gerektiğinin de farkındayım. Mesela Çılgın Deneyler Kulübü serisinin ikinci kitabında, çay partisi veren yapay zekâlı robotların komik bir sahnesi var. O sahnede çocuklar “Bunları biz yapmadık, robotlar yaptı” diyorlar ve ardından robotlar sahneye çıkıyor. O esnada anne babaların yaşadığı komik bir süreç var. Kimi şaşkınlıktan çayı yere döküyor, kimi pastayı boğazına kaçırıyor… Eşzamanlı bir olaylar silsilesi. Bu tür sahnelerde görsel anlatım etkiyi daha da güçlendirebilir ve sahneyi çok daha komik hale getirebilir. Ama aynı sahneyi sadece metinle anlatmak biraz karmaşık olabilir. Çünkü bahsi geçen olay çok hızlı gelişiyor; saniyelik bir şey belki. Hızla geçen olayları çizimle destekli verdiğinizde hızlı okunuyor ama sadece metin olarak verdiğinizde okurun önce o ortamı kafasında bir canlandırması gerekiyor. Duraklaya duraklaya okumak da kopukluklar yaratabiliyor. Tabii bu tür sahneler aslında animasyon şeklinde çok daha güzel anlatılır. Ama kitapta böyle bir şansımız yok, bu yüzden bu etkiyi görselle ve metinle birleştirerek vermeye çalışıyorum.

Öğrenci: Sanatın ve edebiyatın birleşimi size ne ifade ediyor?
Yazar: Sanat ve edebiyat zaten iç içedir. Hepimizin yaşadığımız hayatta belli bir kendini ifade etme biçimi var; çünkü biz sosyal varlıklarız ve duygularımızı, düşüncelerimizi aktarmak ve anlaşılmak istiyoruz. Sanat da tam olarak bu ihtiyacımız için var. Hepimizin hayalinde bambaşka bir dünya vardır. Sanatçılar ve edebiyatçılar sizi kendi hayal dünyalarına davet eden kişilerdir. Edebiyatçı bunu yazıyla yapar, şair şiirle, ressam tabloyla, dansçı ise beden performansıyla. Sonuçta herkesin anlatmak istediği bir derdi, bir meselesi vardır. Ve işte bu meselelerden doğar hikayeler.
Ayrıca yazmak, çizmek veya başka bir sanatla uğraşmak için illa profesyonel olmanıza da gerek yok. Çünkü sanat ve edebiyat, kendinizi ifade etmenin yollarıdır; bunlar bizi biz yapan öğelerdir. O yüzden herkesin ihtiyacıdır.
Öğrenci: Yazı ve çizim süreçleriniz birbiriyle nasıl etkileşime giriyor? Önce kelimeler mi yoksa görseller mi ortaya çıkıyor?
Yazar: Ben çizer olduğum için, hikayelerim genellikle önce görsel olarak gözümde canlanıyor. Yani sahneler, karakterler, olaylar önce benim zihnimde bir film gibi şekilleniyor. Sonra da bu görselleşen sahneleri nasıl metne dökebilirim diye düşünüp, yazıya çeviriyorum. Bu nedenle okurlarımdan sıkça şu yorumu alıyorum: “Film gibi, gözümüzün önünde canlanıyor.” Aslında bu cümle, benim için çok anlamlı çünkü yazarken sahneler gerçekten de gözümde bir film gibi akıp gidiyor, ben de o filmi metne döküyorum.
Öğrenci: Çizimleriniz hikayenizi nasıl tamamlıyor? Görselliğin anlatım gücünü nasıl kullanıyorsunuz?
Yazar: Dediğim gibi, ben görsel bir insanım ve aslında sadece görsellerle de bir hikâye anlatmak mümkün. Mesela sessiz kitaplar ya da sessiz filmler bunun en güzel örneklerinden. Benim için genelde görsellik, hikâyenin ana çatı metnini oluşturan bir unsur olarak işlev görüyor. Bazen görselle metin paralel bir şekilde ilerliyor, bazen de ikisi arasında bir çatışma oluşuyor; bu çatışmadan da mizah doğabiliyor. Örneğin, çok iri yarı bir çocuğa “minik” denmesi gibi. Böyle durumlar, görselle metnin birbirine zıt şeyler söylemesi ve bunun mizahi bir öğe yaratması açısından önemli.
Çizim ve metin, bir anlamda düet yapan iki sanatçı gibidir. Bazen metin öne çıkar, çizim geride kalır; bazen ise çizim ön plana çıkarken metin daha geri planda kalır. Ve bazen ikisi de birden konuşur gibi olur. Bu uyum, aslında çok keyifli bir taraf. Her iki unsurun da birbiriyle uyum içinde olması, hikâyeyi daha zengin ve etkileyici kılar.

Öğrenci: Bir kitabın veya projenin üretim süreci sizin için nasıl ilerliyor? Hangi adımları takip ediyorsunuz?
Yazar: Bazı kitaplarımın basımı yıllarca sürdü, bazılarıysa altı ayda bitti. Dolayısıyla belli bir takvimi yok. Bir hikâyeyi yazmaya başladığımda o anki duygu durumum, çevresel koşullar vs çok etkili oluyor. Bizlerin yazarlık dışında da bir hayatı var. Günlük yaşantı içinde bir düzen oluşturmak bazen zor olabiliyor. İlk başta yazmaya zaman bulamamak beni strese sokuyordu ama sonradan akışa bırakmayı öğrendim. İlham geldiği anda oturup yazmak boş bir sayfaya saatlerce bakmaktan iyidir. Her hikâye kendi akış sürecinde ortaya çıkıyor.
Öğrenci: Yazmak mı, çizmek mi sizin için daha zorlayıcı, neden?
Yazar: Bunun da kesin bir kuralı yok aslında. Bazen yazmayı, bazen çizmeyi tercih ediyorsunuz. Ama genelde yazmak daha kısa sürebiliyor, çizim ise daha uzun bir süreç gerektiriyor. O anki ruh halinize bağlı olarak, dediğim gibi, ikisi de zaman zaman zorlayıcı, bazen de kolay olabiliyor; her şey akışa göre değişiyor.
Öğrenci: Okurlarınızdan gelen geri dönüşlerde en çok sizi şaşırtan veya etkileyen ne oldu?
Yazar: Beni en çok şaşırtan şey, bazı minik okurlarımın gerçekten hikâyenin çok derinine inmesi ve derinlen anlatmaya çalıştığım şeyi yakalaması oldu. Özellikle Türk Mitolojisinden esinkendiğim “Yeryüzü Takımı” kitabımda okurlar bazı metaforları çok iyi yakalamışlar.
Çocuk okurların sevgisi de bambaşka. Onların geri bildirimleri benim için çok değerli. Çünkü ben onlar için yazıyorum. Yazdığım hikâyelerin çocuklar tarafından beğenilmesi ve bir çocuğun aynı kitabı defalarca okuması benim için en büyük başarı. Okul söyleşilerinde onlarla bir araya gelmek müthiş bir duygu. Yetişkinler olarak şunun farkına varmalıyız, bizler birbirimize o kadar çok benziyoruz ki. Çünkü sistem bizi bir kalıba sokuyor. Ama çocuklar öyle değil. Her biri bir diğerinden farklı ve eşsiz. Bu da beni çok etkiliyor.
Öğrenci: Hem yazıp hem çizmeyi düşünen yeni sanatçılara ne tavsiye edersiniz?
Yazar: Cevaplaması uzun bir soru, çünkü her iki alan da farklı yaratıcılık süreçleri gerektiriyor ve bu süreçlerin her biri uzun bir yolculuk. Yaratıcılık üzerine konuşacak çok şey var, ama bence iyi bir yazar ya da çizer olabilmek için öncelikle kişinin kendini tanıması çok önemli. En iyi hikâyeler kendi özel meselelerimizden çıkar. Yazar Tülin Kozikoğlu’nun sözüdür bu. Bu yüzden kendimizi tanımak, hayatı anlamak, bakış açımızı geliştirmek çok önemli.
Mitolojiler, masallar, halk hikâyeleri aslında bizi iç dünyamıza yolculuk yaptıran hikâyelerdir. Bu tarz hikâyeler bizlere çok yönlü bakış açıları sunar ve her okuyan kişiye farklı anlamlar çıkarma imkânı verir. Bunkar dışında hayatın içindeki her şeyle ilgilenmek; örn. politika, ekonomi gibi konular da dahi, araştırmak çok önemli. Örmeğin bir polisiye yazacaksanız adli süreçleri bilmeniz gerekir. Ben de “Yeryüzü Takımı”nı yazmadan önce uzun bir süre çevre sorunları ile ilgili belgeseller izledim, makaleler okudum. Bilmediğiniz, yaşamadığınız bir şeyi yazmanız imkânsızdır. Kendinizi ne kadar çok geliştirirseniz, yazma alanınız da o kadar genişler.
Öğrenci: Yazılarınızı ve çizimlerinizi bir araya getirirken editöryal süreç nasıl işliyor?
Yazar: Öncelikle hikâyeyi kafamda görsel olarak canlandırıyorum, sonra bunu metne döküyorum. Metne dökerken de sesli aktarıyorum. Cümlelerin kulağıma nasıl geldiğini, işitsel olarak nasıl bir tını oluştuğunu kontrol ediyorum. Kulağıma hoş gelmeyen yerleri değiştiriyorum. Bilgisayarın başına her oturduğumda en baştan başlıyorum, sesli okuyarak, kulağımı tırmalayan her cümleyi değiştirerek adım adım ilerliyorum. Bu süreç metin yazmamı biraz yavaşlatıyor ama karmaşık kurguları sevdiğim için kurguda kopukluk olmaması açısından önem veriyorum. “Tanam” dediğim noktada, dosyayı editörüme gönderiyorum ve sonra metin üzerinde çalışmaya başlıyoruz.
Metin üzerinde çalışırken çizimlerin detayları da hayalimde netleşiyor. Editoryal çalışmamızı bitirdikten sonra, çizimlere başlıyorum. Kafamda her şey önceden planlı olduğu için çizim süreci daha hızlı ilerliyor.
Öğrenci: Yazarken ve çizerken ilham kaynaklarınız farklı mı yoksa benzer mi?
Yazar: Günlük hayatta pek çok şeyle etkileşime giriyoruz. Bilinçli olarak fark etmediğimiz ama hissettiğimiz her şey, yaratıcılığımızı tetikliyor. Sanat eserlerinden, doğadan, mitolojiden, tarihten ya da hatta internetten okuduğunuz bir haberden bile ilham alabilirsiniz. Bir gün başınıza gelen komik bir olay da size ilham verebilir. Bu, daha çok hayata nasıl baktığınızla ilgili bir şey. Eğer iyi bir gözlemciyseniz, hayata bakış açınız farklıysa hayatın içine gizlenmiş çok fazla hikâye keşfetmeniz mümkün. Aslında başarılı yazarlar, çizerler ya da karikatüristler, çok iyi gözlemcilerdir. Başkalarının görmediği şeyleri, onlar çok iyi bir şekilde görebilirler.
Öğrenci: Hem yazar hem çizer olarak sektörde yer almanın avantajları ve zorlukları nelerdir?
Yazar: Hem yazar hem çizer olarak sektörde yer almanın gerçekten avantajları da, zorlukları da var. Avantaj olarak, hikâyeyi hem yazma hem de görsel olarak anlatma özgürlüğüm oluyor. Yani metin ve çizim arasındaki uyumu doğrudan kontrol edebilmek, bana hikâyeyi daha bütünsel bir şekilde sunma imkânı veriyor. Özellikle görsellerle metnin birbirini tamamlayacağı yerlerde çok güçlü bir etki yaratabiliyorum. Ayrıca, her iki alanda da yetkin olmanın verdiği özgüven, beni her projede daha yaratıcı kılıyor.
Zorluk tarafına gelince, tabii ki her iki işi birden yapmak ciddi bir zaman ve enerji gerektiriyor. Hem yazma süreci hem de çizim süreci çok yoğun ve ayrıntı isteyen süreçler, dolayısıyla bazen birinden diğerine geçmek zorlayıcı olabiliyor. Ayrıca, yazar olarak bir konuyu derinlemesine işlerken, çizer olarak aynı konuda farklı bir bakış açısı geliştirmek de zaman alabiliyor. Birçok kişi için, bu kadar çok yönlü bir iş yapmak bazen kafa karıştırıcı olabiliyor çünkü hem yazı hem de çizim konusunda başarılı olmak her zaman kolay değil.
Ama en büyük zorluk, her iki alan için de kendimi sürekli olarak geliştirmem gerektiğini bilmek. Yazarak bir şeyler anlatmaya alışırken, çizimle de o anlatımı desteklemek için sürekli pratik yapmam ve öğrenmem gerekiyor. Sonuçta hem yazarlık hem de çizerlik ayrı ayrı birer sanat dalı ve her ikisini de aynı anda en iyi şekilde yapabilmek için sürekli kendimi zorlamam gerekiyor.
Bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim.